Salâvat (Salât) Ayeti
“Şüphe yok ki Allah ve melekleri Peygamber’e salât (rahmet) ederler. Ey inananlar, siz de ona salât edin ve tam teslimiyetle ona selâm verin.”
(Ahzap Sûresi: 56)
Daha önce zikrettiğimiz ayetler, Ehl-i Beyt (a.s)’ın pak ve tertemiz olduğunu, onları sevmenin farz olduğunu ve onların Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti olduğunu açıklamıştır. Kur’an müfessirleri de, Hz. Peygamber’in hadislerinden faydalanarak Ehl-i Beyt (a.s)’ın kimler olduğunu isimleriyle belirlemiş, onların “Hz. Ali (a.s), Hz. Fatıma (a.s), Hz. Hasan (a.s), Hz. Hüseyin (a.s)” olduklarını açıklığa kavuşturmuşlardır.
Bu ayet ise, Hz. Peygamber (s.a.a)’e ve Ehl-i Beyti (a.s)’a salât ve selâm göndermeyi emrediyor ve bunu yalnızca onlara mahsus kılıyor, onlardan başkalarına değil. Böylece ümmetin, onların rehberlik liyakatlerini kavrayabilmeleri için, onların makam ve değerlerini çok ince ve zarif bir şekilde ortaya koyuyor.
Fahr-i Razî, Tefsir-i Kebir’inde bu mübarek ayetin tefsiriyle ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu hadisi nakeldiyor: “Hz. Peygamber (s.a.a)’den: “Ya Resulallah! Sana ne şekilde salâvat getirelim?” diye soruldu. Hazret, bana şöyle salâvat getirin buyurdu: “Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyti’ne salât (rahmet) et, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in Ehl-i Beyt’ine salât ettin; Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyt’ine bereket ver, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in Ehl-i Beyt’ine bereket verdin. Şüphesiz, sen beğenilmişsin, yücesin.”
Fahr-i Razî, bu hadisi nakletmeden önce söz konusu ayeti tefsir ederken şunları söylüyor:
“Bu ayet, Şafiî’nin sözüne delildir; zira emir farza delalet eder. O halde Hz. Peygamber (s.a.a)’e salâvat getirmek farzdır. Teşehhüdün dışında salâvat getirmenin farz olmadığına göre, Şafiî’nin de dediği gibi teşehhütte salâvat getirmek farzdır.”
Daha sonra şöyle devam ediyor:
“Eğer “Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlarsa, artık bizim salâvat getirmemize ne gerek var?” diye sorulursa, deriz ki: “Hz. Peygamber’e salâvat getirmek, onun salâvata ihtiyacı olduğu için değildir. Yoksa Allah’ın salâtından sonra meleklerin salâvatına da ihtiyacı kalmazdı. Salâvat, Peygamber’e karşı bizden taraf bir tazim ve saygıdır. Bu vesile ile sevap kazanabiliyoruz. İşte bunun içindir ki, Hz. Peygamber (s.a.a) buyuruyor: “Kim bana bir defa salâvat getirirse, Allah da ona on defa salât eder.”
Suyutî de, ed-Dürü’ül-Mensur adlı tefsirinde şöyle yazıyor:
“Abdurrezzak, İbn-i Ebî Şeybe, Ahmed, Abd b. Hamid, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbn-i Mace ve İbn-i Merdeveyh, Ka’b bin Umre’den şöyle nakletmişlerdir: “Bir gün adamın biri, Hz. Peygamber’e: “Ya Resulallah! Sana selâm vermenin usulünü öğrendik, bize sana salâvat getirmenin şeklini de öğretir misin?” diye arzetti. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “De ki: Allah’ım, Muhammed’e ve Muhammed’in Ehl-i Beyti’ne salât (rahmet) et, nasıl ki İbrahim’e ve İbrahim’in soyuna salât ettin. Gerçekten sen övgü ve izzet sahibisin.”
Suyutî, bu rivayetten başka on sekiz hadis daha nakletmiştir ki hepsi, Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyti’nin de salâvatlarda o Hazretle birlikte zikredilmesi gerektiğini belirtiyor. Bu hadisleri, muhaddisler, İbn-i Abbas, Talha, Ebu Said Hudrî, Ebu Hureyre, Ebu Mes’ud Ensarî, İbn-i Mes’ud, Ka’b bin Umre ve Ali (a.s) gibi sahabilerden nakletmişlerdir.
Aynı kaynakta yine şöyle deniliyor:
“Ahmed ve Tirmizî, Hasan b. Ali (a.s)’dan nakletmişler ki, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Cimri, benim ismim yanında anıldığı zaman, bana salâvat getirmeyen kimsedir.”
Bunlardan başka İslâm fakihleri, namazın teşehhüdünde Muhammed’e ve onun Âli’ne (Ehl-i Beyti’ne) salâvat getirmeyi ve Peygamber’in isminin yanında Ehl-i Beyti’nin de isminin anılmasını farz bilmişlerdir.
Bu ayetin mana ve tefsiri üzerinde düşünen herkes, bu hükmün, yani salâtın farz edilmesinin, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyti’ne ta’zim ve saygıyı ifade ettiğini anlar. O Ehl-i Beyt ki, Allah onlardan bütün kötülükleri uzaklaştırarak onları tertemiz kılmıştır ki, ümmet onlara uyup, onların yolundan hareket ederek fitne ve ihtilaflardan korunabilsin.
Evet; kendilerine salâvat getirmeden namazın sahih olmayacağı bu yüce zatlar, ümmetin imamlarıdırlar. Eğer onların yolu doğru yol olmasaydı, onlara uymak hata olsaydı, söz ve amelleri sağlam olmasaydı, Allah-u Tebarek ve Teala, asla Müslümanlara, onları sevmeyi ve her namazda onlara salâvat getirmeyi emretmezdi. Her gün beş vakit farz namazlarda, Peygamber (s.a.a.)’in yanında Ehl-i Beyt (a.s)’a da salâvat getirmenin farz olması, kıyamet gününe kadar Müslümanların dikkatini Ehl-i Beyt (a.s)’ın Allah’ın indindeki yüce makamlarına çekmek ve onlara uymanın, onların yolunda hareket etmenin gerekliliğini anlatmak için değil de ne içindir?!